27 Kasım 2007 Salı

sana başka sözüm yok..

Belki de demek istediğim kim bilir
Sokaklar boyunca aradığım
Kaldırımlar ve kelimesiz insanlar
Ne dersin
Bir masal gibi anlattığım

Yağmurlar seni bana getirir ne güzel
Gör ki kendimi toprak etmişim
Oysa ben gözlerindeki sarhoşun
Cebinde duran son şişesindeyim

Al beni çek damarlarına..
Ben ki yollarımı sana doğru çizmişim
Aklımdan geçenleri kalbimde demlemişim


Sana başka sözüm yok
İstersen gidersin
Ama belki bende kalmak istersin
Ne dersin ?

m.çelik

tutsak kahraman..

Nerden başlasam nasıl anlatsam
Belki de sözlerim boşluğunu kanatır
Bugün yeni bir gün açtım perdemi
Alnımda pencerenin buz gibi soğukluğu

Kırdığım aynalarda kan rengi sorular..


Ben gecelerin saçında seni ördüm
Birikmiş yalnızlığımdan sana öyküler sundum
Seç al birini nasılsa bir yazan var
Hepimiz bir başkasının öyküsünde tutsak

Kalbinin savaşında ben yanlış kahraman..

Yaşam bize sunulan tek kişilik bir oyun
Yarın kapı altından bırakılan mektup
Seç al birini bak yerimize düşünüyorlar
Hepimiz bir başkasının yalanına ortak


İnancın savaşında biz tutsak kahraman..

murat çelik

Beni giderim yelken gider
Gözyaşları beni çeker
Kapanır gece gözlerime
Günahlar var gurbetlerde
Neden beni bulur bu illet cinnet
Aşklarımı vurur
Ruhum paraçalanır durur
Neden başa gelir ayrılıklar
Hep beni tüketir olur
Ruhum parçalanır durur
Hançerler var uykularımda
Düşler beni kendine iter
Yelkenler koşar ardımdan
Bir tek güleni vardır ama beni delirtip bağırtan
Kendindendir olup biten herşey
Aldatışlar hiç durmadan seninledir
Kendindendir olup biten herşey
Aldanışlar hiç bıkmadan hep benimledir
m.yılmaz yıldırım

ben şimdi hazırım..



Karşılıklı duran iki aynanın ortasındayım


Kendimi kendimden ayırmışım


Sorularla geçen yolculuğumun son durağındayım


Kendimi kendimde bekletmişim
Ben sana çok yalvarmışım
Karşılıklı durup ağlamışım



Zamanı geçmiş yaşlanmışım
Kendimi bir çocukta saklamışım
Penceremi açtım gecenin duasına
Uzattım ellerimi cevabına


Ben sana çok yalvarmışım
Karşılıklı durup ağlamışım

Zamanı geçmiş yaşlanmışım
Kendimi bir çocukta saklamışım
Ben şimdi hazırım
Kara gözlü ceylanım
Acılar toprağına
Kalbimi tohumladım
murat çelik

bana geldiğin yöndeyim..

Kendi kendime sordum
Nereye kadar
Nereye kadar bu koşuşturmalar
Ben güçlüyüm güçsüzlüğümle
Alıp sakladıklarım
Vermeyi yasakladığım
Bombalar düşüyor kalbimin sen tarafına
Bırakıp da gittiğin bir şey var burada
Nereye kadar bu yalnızlık oyunları
Hangimiz hayatla ölüm arasında
Kanadı ellerim bak yolların çok uzak
Gelemem ben sen selam gönder
Ah bir yanım hep kokunu özler
Bir yanım der unut, unut gitsin
Bülbülün çilesini sen nereden bileceksin
Gülün dikenini sen bana gönder
Çektim kapımı çıktım evimden
Küçüldü şehirler tükendi yollarım
Sağimda solumda yüzünü çeviren insanlar
Ben şimdi senin bana geldiğin yöndeyim
murat çelik

duvar..


Seninle bir daha ayni yolda yürümem
Seninle yürüyene yolda tuzaklarin var
Bir daha asla dokunmam tenine
Senin teninden önce duvarlarin var
Ben o duvarlara çarpa çarpa
Nasir tuttum
Aglaya aglaya
Yosun tuttum
Derin bir nefes alir gibi batiyoruz
Yükümüz agir
Yeni bir söz söylemek için
Ölmek mi gerekir
Hadi bir cesaret
Sen de tasin altina koy elini
inadina inadina ..

sana geldim..

çocuklar gibi çaresiz
büyükler kadar doyumsuz
susamış ve su bulamamış gibi
kalktım sana geldim
herkes kendinden biraz kaçar
yataklarda aynı iz
aynalarda aynı yüz
cebinde yeni bir şey var mı diye
kalktım sana geldim
yollar yokuş, yoruluyor insan
hababam de babam hiç farketmeden
bambaşka bir yerlere gidiyorken
kalktım sana geldim
başka kokular, başka tatlar aramaktansa
hep aynı öyküyü yeniden anlatmaktansa
yaşadığımızın adı nedir diye sormaktansa
sana geldim
alargada kalmış gibi kıyısız
hiç ölmeyecekmiş gibi kayıtsız
biraz kılıksız biraz keyfsiz
kalktım sana geldim
yollar yokuş, yoruluyor insan
hababam debabam hiç farketmeden
bambaşka bir yerlere gidiyorken
kalktım sana geldim
sonu gelmez sorumluluklar
hep savunmalar, hep savunmalar
ya acıtan ayrıntılar nedir diye
kalktım sana geldim
bülent ortaçgil

bir sen bir de ben..

Sözlerin gönlüme nakşeyler
Beni sende tutsak eyler
Ay kavrulur kalbim ağlar
Geceme gözlerin bahar
Bir derdim var bir de canım
Yarama tuz bağlarım
Bir sen bir de ben
Hadi gel ben hazırım
Seni ben içimde taşırım
Taşımak dert değil
Derdime derman değil
Bir gölgem var gölgemden öte
Anlamak hiç kolay değil
Bir sen bir de ben
murat çelik

istanbul

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.


cahit külebi

ilke..


ilkelerin olacak


Seni satın alamayacaklar...


Aptalların uydurdugu atasözlerine inanmayacaksın


Paranın satın almayacağı yoktur


Herkesin fiyatı vardır


Gibi sözlere kanmayaksın


Onurunla,


kimliginle


ve beynimle


Akıllı yaşayacaksın


Üreteceksin,


seveceksin,


sevileceksin


inançlarının arkasında duracaksın


Sevgilerin karşılıksız


Yardımların gizli olacak


Seni attan ottan ayıran özelligin farkına varacaksın


Çünkü sen insansın


Ve bunu yakaladığınn gün


Bembeyaz yasayacaksın

müjdat gezen
canım hocam, vefa borcumu asla ödeyemem..
seni çok seviyorum, daima da sevecğim.. iyiki varsın... ÇOK YAŞA..!

ey hayat..

E y h a y a t,
s e n

ş a v k ı
s u l a r d a
b i r
d o l u n a y s ı n.
A s l ı n d a

y o k u m

b e n

b u

o y u n d a,

ö m r ü m

b e n i

y o k

s a y s ı n…


Yaşam bir ıstaka;

gelir vurur ömrünün coşkusuna.

Hani tutulur dilin, konuşamazsın…

Tırmandıkça yücelir dağlar.

Sen mağlupsun sen ıssız ve kalbinde kuşların gömütlüğü;

tutunamazsın!



Eloğlu sevdalardan dem tutar,

aşk büyütür yıldızlardan;

senin ise düşlerin yasak,

dokunamazsın...

Birini sevmişsindir geçen yıllarda.

Açık bir yara gibidir hâlâ.

Hâlâ ne çok özlersin onu, ağlayamazsın…

Yolunda köprüler çürür.
Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda.

Savurur hayat kül eyler seni, doğrulamazsın!

Yapayalnız bir ünlemsin dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.

Her şey çeker ve iter, anlatamazsın...

Yaşam bir ıstaka, gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.

Sesinde çığlıklar boğulur ama, bağıramazsın…

Sonra vakit erişir, toprak gülümser sana;

upuzun bir ömrün ortasında ne hayata ne ölüme yakışamazsın…



Yazdırmalısın mezar taşına:

Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın,

aslında hiç olmadım ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın…

Yılmaz Odabaşı

aşk bize küstü..

Biz bu kentlere sığdık da,

bu kentler bize sığmadı Asiya!

Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında;

arttıkça yalnız,

sustukça silik...
son kuşlar da vuruldular dağlarda.

Yakamozları söndü sahillerin,

ışıkları evlerin;

çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,

Kaldık...
Kırık bardaklar gibi,

içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi...
Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa,




sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda




ve daha eskimemiş tüfeklerle




ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp,




bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak




kaldırımlarda,



bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın;




ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın bulvarlara,




bozgunlara ve yanlış yalan aşklara…


Bir bedeli, bu kuşatmaların,
ilkyazları kurşunlatmaların...
Biz bu kentlere sığdık aslında,
bu kentler bize sığmadı Asiya,
ah, son kuşlar da vuruldular dağlarda!
Ay ışığı gölgeleri büyüttü.




Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim.

Geldim...
Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…

Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun sefalet seferlerinin ayazı;

belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir,

batan gemiler gibi yiten aşklardan geride,

kalan her kışı, güzü ve yazı.

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.

Ayrılıklar eskidi,

biz eskidik,

aşk bize küstü Asiya...

Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında,

sen şarkılarını sesine yasla ve bırak beni de usulca apansız bir yalnızlığa!

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,

büyüdü ölüm

Ve biz küçüldük Asiya…

Yılmaz Odabaşı

öyle yıkma..

öyle yıkma kendini
öyle mahsun, öyle garip...
nerede olursan ol
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, diş ile
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni!
ahmed arif

baba bana bağırma..

yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...
baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın
ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
buradabilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba


baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir
akgün akova

yalnızca kanatlarına güven..

aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilimyalnızca kanatlarına güven


sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven

götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
akgün akova

"uzun suren bir asktan birdenbire vazgecmek zordur.." catullus

zavallı catullus,
bırak artık budalalığı
sevme seni sevmeyeni
güzeldi günlerin elinden tuttuğu zaman sevgilinin
hiç kimsenin sevmediği kadar sevdiğin
ne oyunlar ne lâtifeler vardı onda
senin istediğin, istemem demediği kızın da
fakat ey iradesiz o istemiyor sen de isteme
kaçanı kovalama zavallı olma
katlan, dayan, boyun eğme
güle güle sevgilim
sağlam catullus'un iradesi
istemiyor kendisini istemiyeni

catullus

bence malumdur..

dikenin
kalbime battığı bir sonbahar günüdür
sen elini bulutların içinde gezdirirsin
bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler
içini kurtlar kemirir
bence malumdur
buğulanmış camların arkasında masmavi yüzün
senin ateşler içinde olduğun
bence malumdur
ellerin muhakkak çocuk elleridir
hep kimsenin bilmediği türküler düşünürsün
onlar neden daima okul türküleridir
süleymancıktan bahseder
kara toprakta açık yeşil bir yıldız gibi akıp giden
süleymancıktan
ve karınca yuvalarından bahseder
ışıksız kömürsüz karınca yuvalarından
gökyüzünde kızıl bir hilalin kaydığını görürsün
sen ansızın gökyüzünde görünürsün
gözlerinin rengi
bence malumdur
elinde değildir akşam serinliğinde üşüsün
eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur
sokaklar yorulur uykuya varıp gelirler
sokakların üstüne bulutlar gelirler
bulutların üstüne yıldızların gözleri gelir
bir yıldız bir yıldızın ardınca gider
yıldızların kaybolduklari yer
bence malumdur
karanlıkta bir şeyler kopar dağılır
uzaktan yabancı sesler duyulur
sen elini bulutların içinde gezdirirsin
elin hayallerimi dağıtır
bilirsin
sen elini bulutların içinde gezdirirsin
attila ilhan

bitme..

Bitme!
Bak, içtim, yürüdüm, kederlendim.
Denize girdim, üşüdüm, sana geldim;
düş bitmeden sen bitme,
bitmeden sevgi gitme...

Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim.
Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim;
uzaklarda öyle çok kederlendim...

Günler bitmeden bitme.
Bitmeden hasret gitme...

Bu yangın geceler, bu intihar.
Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar…
Bu dolunay gecenin göğsünü yarar;
benim göğsümde de sana geniş bir yer var.

Düş bitmeden sen bitme.
Bitmeden sevgi gitme...
1994, Ankara
yılmaz odabaşı
fot: sevgili nihat karadağ

GÖZLERİN GÖK-YÜZÜNDE BİR DOLUNAY

Diyelim
ki sessiz gecede poyraz…
Sis çökmüş o heybetli dağlara;
yurdun
da kar altında, gözlerin gök-
yüzünde bir dolunay.

Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini.
Seslere çarpmış sesin,
ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…

Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik,
bu hayat seni bir oyuncak sanıyor…

Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak.

Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık;
sis çökmüş güvendiğin dağlara…

Kederli bir süvari ol,
Orda, sen orda!
Bıkma atını mahmuzlamaktan,
bıkma bu puştlar panayırında
berrak nehirler aramaktan…

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt;
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın…

Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler;
çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın…
Kimi kanıyor şahdamarından,
kimi bozgununda yetim, dervişan,
kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…

Yamalı yerlerinden
kanıyor hayat,
tutunduğun günlerinden
soluyor hayat.

Bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın;
salıver düşlerini ateşlere abansın!

Tutunduğun yerlerinden solarken hayat,
bıkma atını mahmuzlamaktan;
bıkma sendeki insan için,
derin uçurumlar arşınlamaktan…

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden;
bir gün kırlangıçlar da geçecektir göğün genişliğinden.

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt,
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın;
ıslansın…

Çünkü senin de bir ütopyan varsa,
i n s a n s ı n…


yılmaz odabaşı

yakarım geceleri..


Bu aşkın nüshası rüzgarlarda,
aslı bende kalacak.
Bizi hasret saracak,
bulutlar çıldıracak...

Ayrılık başımı döndürüyor
kavuşmayı özlettin...
İntiharlar kuşandım
bu aşkı sen kirlettin...

Geçtim borandan, kardan;
yitirdim bahçeleri...
Ellerini tutmazsam gülüm,
yakarım geceleri...

Bu aşkın nüshası rüzgârlarda,
kahrı bende kalacak...
Sende ihanet gülüm,
bende matem olacak...

Bu aşkın efkarı şarkılarda,
yüzün bende solacak...
Bizi zaman yenecek
ve anılar kalacak...

Geçtim borandan, kardan;
yitirdim bahçeleri...
Ellerini tutmadım yar,
yatamam geceleri..
yılmaz odabaşı

sevmiyorum seni..

Şimdi benim buzdan bir döşekte
Üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
Bil ki senin hep böyle güvensiz,
Yaşamdan korkar oluşundan.
İşte bunun için sevmiyorum seni.
Şimdi benim bir han avlusunda
Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
Soluyorsa başı önde yorgunluktan;
Bil ki senin hep böyle umarsız,
Yarını göze alamayışından.
İşte bunun için sevmiycem seni.
m.altıok

sis..


Özenle boyadım ipliğini sevginin,
Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.
Sisi gümüş bir rüzgârla tepelerden eğirdim,
Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını,
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Ölümü tastamam ezberledim de geldim,
Dilimde bu buruk türkü tadıyla
Bilmem ki buradan nereye giderim.

Sonunda kendime bir top yangın edindim,
Soluğumla besledim dudağımın ucunda.
Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.

metin altıok

mekik..

Şimdi aşk kaçmış bir ilmektir gövdenin örgüsünde,
Uykusuz bir gecenin çitlerine takılan.
Sökülür durmadan uzayan ipliğiyle,
Sarılır mekiğine sabahın
Ürkek bir güvercin halinde.
Ve sen eksildikçe o güvercin tamlanır,
Kanatlanır böylece köpüren özlemiyle.
Uçar gider geçmiş bir günün ardından,
Bir tüy kalır geriye senin bittiğin yerde.
metin altıok