18 Ekim 2007 Perşembe
Devran buyurdu bize şarkı söyleyin
Ve kesti dilimizi kökünce.
Devran buyurdu bize su gibi akın
Ve tıpa soktu tüm deliklerimize.
Devran buyurdu bize kalkıp oynayın
Ve iğneli fıçıyı giydirdi bize.
Ve sonunda ey devran ! al sana,
Dışkının dik âlâsı, buyursana.
Paris 1922
Ernest HEMINGWAY
Çeviri: Tuğrul Asi BALKAR
Aynıdır bütün ordular
Namlıdır şöhretleri
Aynı eski gürültüyü çıkarır topçular
Yiğitlik delikanlılara özgüdür
Tümü yorgun gözlerle bakar eski askerlerin
Aynı eski yalanları dinler eski askerler
Her zaman sineklere yem olur ölü gövdeleri
Paris 1922
Ernest HEMINGWAY
Çeviri: Tuğrul Asi BALKAR
Korkunun elleri yüzümü kapatsa da
Biliyorum korkumun yarısı ecel yarısı umut
Bu sevda benim bu ölüm de
Karışmayın sakın ha hiçbirimiz
Bu ince sızılı yaşam benim
KAAN İNCE (KA N, İzlek Yayınları, Mart 1997)
http://www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/poems/kaan_ince/ka_n_index.html
17 Ekim 2007 Çarşamba
Boşlukta kemiklerin kanattığı karanlık: Sürekli,
geceye bölünen saatlerin asıldığı yer. Kıyı boyunca
çalınan sabah: Esrik tin. Sehpada unuttum başımı, us yitik.
Divansızların bembeyaz ayetleri gibi peşin hüküm giydik.
Gözlerim deniziğnesi.
Kırıl benliğimin benli gözenekleri
İçinde, sürgünlerin gizli sessizliği.
Alnıma dayarım güz görümlük ömrümü, seherin cılız eliyle.
Uzaktaki vahşi güle hüzün kokarım. Ve ölüm ardıma leke
düşer, gözlerimden çekilen sıcaklık korkuluk yüzümde
soğur soğur, iki kaş arasında yenilir kendine uzun yol.
Çiçek tüter düşler karanlığı kısıp pencerede
gök uçurtma çeker yıldız çölüne
Bir ışık örtüsü açılacak göğe, acılaşan gecede; suya ateş
düşüp kirpiklerime gömülecek, yüzüme sıkışmış erguvan
ölüleri. Dilenci kızlara serpinti yağmurun kırık sesi.
Ay batışı gözlere iki ezgi gibi hüzün çökerim, tetikte
yalnız kalan gölgemle. Sıkıntımın yıldız sefası, n'olur
kapatma kollarını, sakalıma basma sabah. Denk cepheli
çalışmalar ederi kadar başlık paramız, asmayın bizi.
Güvencin uçuşu, alabildiğine rüzgâr;
gez arpacık göz tetikte.
Ölüm açmazda bekleyen kuş seslerine sağanak: Bakire
umutlar. Görünmez viranlığım. Çiğ damlacıkları...
Soluğunda sevişen fesleğenlerin, üç kulaç kurşuni sudan
gözlerini saran kokusu; sendeleyen hoş bir yaşam,
inanç yüklü gülüşlerde. Gecenin sararmış mühründe billurlaşan
sessizliğe dolunay doğarım.
Düş artık yakamdan
güneş kırıklarına dadanan sevda.
kaan ince
ömrüm...
gece şiirleri 4
15 Ekim 2007 Pazartesi
gece şiirleri 3
gece şiirleri 2
gece şiirleri 1
1. D E V R İ K Y Ü R E K S A V U N M A S I
Çiy doladım kasnağına gecenin. Işıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
Giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru. Kokunda korku. Kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk. Ölümün önünde yayılan;
çıbanı yüzümün. Devrik yürek savunması ömrüm.
Yaşlı bir adam vurgun yemiş. Kuşlar. Düşler.
Kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna. Ve çekip giden bir ben,
aynı denize, irkilen iskeleden.
YAŞAMA SEBEBİ
sıkmışım dişlerimi gözlerim kanayana kadar
çeyizimizde hüzün motifleri
göçebe bir ağıt göğsümün derinliklerinde
bu aşkın dönüşü yoksa
duman kırığı gözlerinde gecenin hıçkırıkları
kırık keman sesi ve adağım var
moraran hercai düşlerim ateşi delip ıslatır mendilimi
kalbime dolar -sonsuz uykuma- korkuya susamış yasadışı bir rüzgâr
bu aşkın dönüşü yoksa
suya düşer kokusu menekşelerin
deniz her zamankinden daha köpüklü
serçeler bi garip ötüşlüdür
martıları mavnalarla başka türlü danseder hamuruna sevgi katılmış bu dünyanın
küflü yüzler yok hiçlik de
hani ne derler gözlerinden öperim çocuk,gamlı sevda, şiir
ne'm kalır geriye gülüm seni alırlarsa benden
tiksintiler toplamı umutsuzluk sapağında ölüm
evlenir misin..
Alıntı:
Çeviren: Cevat ÇAPAN
Sylvia Plath
Büsbütün olur kadın.
Ölü gövdesi
Başarının gülümsemesini taşır,
Bir Yunan zorluğunun yanılsaması
Akar durur sarındığı çarşafın kıvrımlarında,
Çıplak
Ayakları “Buraya kadardı,
Bitti,” der gibidir.
Cansız çocuklar, bembeyaz bir yılan gibi
Kıvrılmış yatmaktadır,
Artık boş, küçük süt şişelerinde.
Katlamış geri koymuş onları bedenine
Bahçe kaskatı kesilip
Gece çiçeğinin tatlı derin boğazlarından
Kokular kanayınca
Kapanırken bir gülün yaprakları.
Kemik başlığının altından öyle bakan
Aya göre hava hoş.
O böyle şeylere alışıktır.
Çatırdar karaları ve sürüklenir.
(5 Şubat 1963)
* * * METİS ÇEVİRİ, YAZ/GÜZ 1992 son sayısında yayımlandı.
niye?
Sylvia Plath
Ama nasıl yitirecek kendilerini
Dolaşırlar dünyayı; güzelliklerinden,
Kokulu uykularından, zambaklardan, zambaklardan
Etleri hiç benzemez.
Ve kendini süsleyip püsleyen kaplan
Kuyruklu yıldızların katedecek
O ne soğukluk, o ne unutkanlık öyle
Sıcak ve insansı, sonra pembe ışıkları onların
Kara bellek kayıpları arasından cennetin
Kar taneleri gibi gözlerimin, dudaklarımın,
Hiçbiryere
Bu lambaları, bu gezegenleri,
6 kasım 1962
aşk şarkısı...
"her kadın bir faşiste tapar.." slvia
Yok artık bir işe yaradığın yok
Babacığım öldürmek zorundayım seni
Hele o çılgın
Alman dilinde, savaş, savaş, savaş
Bir iki düzine var diyor.
Dikenli tellere takıldı kaldı.
Bir lokomotif, beni bir Yahudi gibi
Tyrol’ün karları, Viyana’nın temiz birası
Hep korktum senden,
Tanrı değil, bir gamalı haçsın
Bendeki resminde
Isırıp ikiye ayıran adam sensin
Ama çıkardılar beni torbadan
Burgu düşkünü karalar giymiş herif
Bir değil iki adam birden öldürdüm
Bir kazık saplı şişko kara kalbinde
12 Ekim 1962
14 Ekim 2007 Pazar
LADY LAZARUS
Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu
Bir çeşit yürüyen mucize, derim
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım
Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudiden bir çarşaf.
Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?
–
Bumum, göz oyuklarım, eksik dişlerimle?
Bu kokan soluk
Bir günde gider.
Çok geçmez, çok geçmez
Mezar kovuğumun yediği etim
Yerini bulur üstümde
Ve ben gülümseyen bir kadın.
Daha otuzuncu baharımda.
Kedi gibi dokuz canlı.
Bu üçüncüsü şimdilik.
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yılı.
Nasıl milyonlarca lif.
Seyretmek için doluşan
Ağzı çekirdekli kalabalık
Soyuyorlar beni elleriyle, ayakla rıyla-
İşte büyük striptiz.
Baylar, bayanlar,
Bunlar ellerim,
Bunlar dizlerim.
Bir deri bir kemik olabilirim,
Gene de tıpatıp aynı kadınım.
On yaşındaydım ilk keresinde.
Kazaydı.
Kararlıydım ikincisinde
Sonunu getirmeye ve geri dönmemeye.
Bir deniz kabuğu gibi
Kapanmış sallanıyordum.
Durmadan çağırmaları, yapışkan inciler gibi
Bir bir ayıklamaları gerekti böcekleri üstümden.
Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.
Bu iş güç değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak.
Güç olan güpegündüz
Büyük bir gösterişle
Aynı yere, aynı yüze, aynı hoyrat
Bağrışmaya dönmek:
"Bir mucize!"
işte bu beni yıkan.
Bir ücreti var.
Yaralarıma bakmanın, bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın -
Gerçekten atıyor kalbim.
Bir ücreti var, büyük bir ücreti var hem de
Bir sözümü duymanın, dokunmanın,
Kanımın bir damlasının
Ya da saçımın, giysilerimin bir parçasının.
Ya, ya, Herr Doktor.
Ya, Herr Düşman.
Sizin eserinizim ben,
Sizin değerli eşyanız,
O som altından bebek
Hani bir çığlıkta eriyen.
Dönüyorum ve yanıyorum.
Büyük ilginizi küçümsediğimi sanmayın.
Küller, küller-
Karıştırıp duruyorsunuz.
Et, kemik, başka bir şey yok –
Bir kalıp sabun,
Bir nişan yüzüğü,
Bir diş dolgusu, altın.
Herr Tanrı, Herr İblis
Sakının
Sakının.
Küllerin arasından
Kızıl saçlarımla dirilip doğruluyorum
Ve solurcasına insan yiyorum.
Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu
Bir çeşit yürüyen mucize, derim
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım
Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudiden bir çarşaf.
Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?
–
Bumum, göz oyuklarım, eksik dişlerimle?
Bu kokan soluk
Bir günde gider.
Çok geçmez, çok geçmez
Mezar kovuğumun yediği etim
Yerini bulur üstümde
Ve ben gülümseyen bir kadın.
Daha otuzuncu baharımda.
Kedi gibi dokuz canlı.
Bu üçüncüsü şimdilik.
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yılı.
Nasıl milyonlarca lif.
Seyretmek için doluşan
Ağzı çekirdekli kalabalık
Soyuyorlar beni elleriyle, ayakla rıyla-
İşte büyük striptiz.
Baylar, bayanlar,
Bunlar ellerim,
Bunlar dizlerim.
Bir deri bir kemik olabilirim,
Gene de tıpatıp aynı kadınım.
On yaşındaydım ilk keresinde.
Kazaydı.
Kararlıydım ikincisinde
Sonunu getirmeye ve geri dönmemeye.
Bir deniz kabuğu gibi
Kapanmış sallanıyordum.
Durmadan çağırmaları, yapışkan inciler gibi
Bir bir ayıklamaları gerekti böcekleri üstümden.
Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.
Bu iş güç değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak.
Güç olan güpegündüz
Büyük bir gösterişle
Aynı yere, aynı yüze, aynı hoyrat
Bağrışmaya dönmek:
"Bir mucize!"
işte bu beni yıkan.
Bir ücreti var.
Yaralarıma bakmanın, bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın -
Gerçekten atıyor kalbim.
Bir ücreti var, büyük bir ücreti var hem de
Bir sözümü duymanın, dokunmanın,
Kanımın bir damlasının
Ya da saçımın, giysilerimin bir parçasının.
Ya, ya, Herr Doktor.
Ya, Herr Düşman.
Sizin eserinizim ben,
Sizin değerli eşyanız,
O som altından bebek
Hani bir çığlıkta eriyen.
Dönüyorum ve yanıyorum.
Büyük ilginizi küçümsediğimi sanmayın.
Küller, küller-
Karıştırıp duruyorsunuz.
Et, kemik, başka bir şey yok –
Bir kalıp sabun,
Bir nişan yüzüğü,
Bir diş dolgusu, altın.
Herr Tanrı, Herr İblis
Sakının
Sakının.
Küllerin arasından
Kızıl saçlarımla dirilip doğruluyorum
Ve solurcasına insan yiyorum.
çeviri: cevat çapan
ağaçlar..
Boyunayım
Ama enine olmayı tercih ederdim.
Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim
Taşları ve o ana sevgisini emen
Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,
Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki
Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,
Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.
Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç
Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,
Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.
Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,
Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.
Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.
Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen
Ben de onlar gibiyim aslında –
Düşüncelerim bulanır sonra.
Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.
Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.
Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım:
O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin
Sylvia Plath