18 Ekim 2007 Perşembe

DEVRAN BUYURDU BİZE

Devran buyurdu bize şarkı söyleyin
Ve kesti dilimizi kökünce.
Devran buyurdu bize su gibi akın
Ve tıpa soktu tüm deliklerimize.
Devran buyurdu bize kalkıp oynayın
Ve iğneli fıçıyı giydirdi bize.
Ve sonunda ey devran ! al sana,
Dışkının dik âlâsı, buyursana.

Paris 1922
Ernest HEMINGWAY
Çeviri: Tuğrul Asi BALKAR



AYNIDIR BÜTÜN ORDULAR

Aynıdır bütün ordular
Namlıdır şöhretleri
Aynı eski gürültüyü çıkarır topçular
Yiğitlik delikanlılara özgüdür
Tümü yorgun gözlerle bakar eski askerlerin
Aynı eski yalanları dinler eski askerler
Her zaman sineklere yem olur ölü gövdeleri
Paris 1922
Ernest HEMINGWAY
Çeviri: Tuğrul Asi BALKAR
KORKU
Korkunun elleri yüzümü kapatsa da
Biliyorum korkumun yarısı ecel yarısı umut
Bu sevda benim bu ölüm de
Karışmayın sakın ha hiçbirimiz
Bu ince sızılı yaşam benim

KAAN İNCE (KA N, İzlek Yayınları, Mart 1997)
http://www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/poems/kaan_ince/ka_n_index.html

17 Ekim 2007 Çarşamba

GİZDÜŞÜM
Boşlukta kemiklerin kanattığı karanlık: Sürekli,
geceye bölünen saatlerin asıldığı yer. Kıyı boyunca
çalınan sabah: Esrik tin. Sehpada unuttum başımı, us yitik.
Divansızların bembeyaz ayetleri gibi peşin hüküm giydik.
Gözlerim deniziğnesi.
Kırıl benliğimin benli gözenekleri
İçinde, sürgünlerin gizli sessizliği.
Alnıma dayarım güz görümlük ömrümü, seherin cılız eliyle.
Uzaktaki vahşi güle hüzün kokarım. Ve ölüm ardıma leke
düşer, gözlerimden çekilen sıcaklık korkuluk yüzümde
soğur soğur, iki kaş arasında yenilir kendine uzun yol.
Çiçek tüter düşler karanlığı kısıp pencerede
gök uçurtma çeker yıldız çölüne
Bir ışık örtüsü açılacak göğe, acılaşan gecede; suya ateş
düşüp kirpiklerime gömülecek, yüzüme sıkışmış erguvan
ölüleri. Dilenci kızlara serpinti yağmurun kırık sesi.
Ay batışı gözlere iki ezgi gibi hüzün çökerim, tetikte
yalnız kalan gölgemle. Sıkıntımın yıldız sefası, n'olur
kapatma kollarını, sakalıma basma sabah. Denk cepheli
çalışmalar ederi kadar başlık paramız, asmayın bizi.
Güvencin uçuşu, alabildiğine rüzgâr;
gez arpacık göz tetikte.
Ölüm açmazda bekleyen kuş seslerine sağanak: Bakire
umutlar. Görünmez viranlığım. Çiğ damlacıkları...
Soluğunda sevişen fesleğenlerin, üç kulaç kurşuni sudan
gözlerini saran kokusu; sendeleyen hoş bir yaşam,
inanç yüklü gülüşlerde. Gecenin sararmış mühründe billurlaşan
sessizliğe dolunay doğarım.
Düş artık yakamdan
güneş kırıklarına dadanan sevda.

kaan ince


ömrüm...

ÖMRÜM
Hangi ırmaktan akıyor yüreğinin bozaran sevdası
Hangi kolunda köprüsü var gecenin
Bir ucunda puslu gök bir ucunda sazlık, hasretle bilenen
Aynı ürperti aynı heyecan
Sensin boyun eğen acıya
Gizlenmez yaraları taşırken bedenin
Ömrümün genç yarısına
kaan ince

gece şiirleri 4


4. H A R İ T A
Haritası parçalandı ellerimde gecenin, bir yitiriş değil
bu, sınırları tutamadım yerinde, gözlerime doldu sular,
şimdi zaman oynak bir gölge. Nasıl başlasak geri dönmemek
için? Hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, okyanuslara
açılmak geçmeli içimden. Biliyorum. Ama kavuşmalar ayrılıktır
bazen.
kaan ince

15 Ekim 2007 Pazartesi

gece şiirleri 3

3. B U Y R U K
Gecenin deniz kanatlarında, bir kuşun sesine dalmış
düş topluyorum, gözlerime öpücük. Kendine açan bir ışığı
emiyor kalbim. Kara tren, sisler durağında akıntısı
kavuşmanın. Ten, sahili gurbetin. Dalga dalga köpürüyorum
aşka. Buyruk: Tez boynu vurula!
kaan ince

gece şiirleri 2


2. I S S I Z L I K S Ü R Ü S Ü
Sıcak bir buğu düşürdüler ceplerinden, kışın gelişini
gözlerime yıkan gölgeler, ölüme giderken. Sonuna vardım
ufuk renginin, gündüz rüyalarımda gördüğüm. Gün sayıyor
kör eşgalim. Sönüyor gülüşüm, gülün bağrında ikindi vakti.
Zaman çağlıyor, ömrümü biçmeden. Çölde ıssızlık sürüsü
gecelerim. Pencerelerden akan yollarda usulca büyüyor
hüzün. İsyan dumanları. Bir kıyı, boğulduğum. Suçluyum.
Talan edilmiş sokaklara yeleler taktım, yenilgilerimi
asmak için. Korku salmış düş dudaklarına. Üzgünüm.
Kaan İnce

gece şiirleri 1


1. D E V R İ K Y Ü R E K S A V U N M A S I

Çiy doladım kasnağına gecenin. Işıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
Giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru. Kokunda korku. Kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk. Ölümün önünde yayılan;
çıbanı yüzümün. Devrik yürek savunması ömrüm.
Yaşlı bir adam vurgun yemiş. Kuşlar. Düşler.
Kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna. Ve çekip giden bir ben,
aynı denize, irkilen iskeleden.


YAŞAMA SEBEBİ
sıkmışım dişlerimi gözlerim kanayana kadar
çeyizimizde hüzün motifleri
göçebe bir ağıt göğsümün derinliklerinde
bu aşkın dönüşü yoksa
duman kırığı gözlerinde gecenin hıçkırıkları
kırık keman sesi ve adağım var
moraran hercai düşlerim ateşi delip ıslatır mendilimi
kalbime dolar -sonsuz uykuma- korkuya susamış yasadışı bir rüzgâr
bu aşkın dönüşü yoksa
suya düşer kokusu menekşelerin
deniz her zamankinden daha köpüklü
serçeler bi garip ötüşlüdür
martıları mavnalarla başka türlü danseder hamuruna sevgi katılmış bu dünyanın
küflü yüzler yok hiçlik de
hani ne derler gözlerinden öperim çocuk,gamlı sevda, şiir
ne'm kalır geriye gülüm seni alırlarsa benden
tiksintiler toplamı umutsuzluk sapağında ölüm

Kaan İnce




"Hayatın neresinden dönersen kârdır.."

nilgün marmara






















"Yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanıbaşından geçen daracık bir yol gibi? ..."

virginia woolf

" Kadınlar, yüzyıllar boyu erkeklere ayna görevi gördüler; erkeği doğal boyutunun iki katı olarak yansıtma yolunda büyülü ve hoş bir kudretleri vardı..."
virginia woolf

evlenir misin..

ADAY
Önce, istediğimiz gibi biri misin bakalım?
Takma gözün,
Takma dişlerin, koltuk değneğin,
Askın, çengelin,
Takma göğüslerin
Ya da bir eksiğin olduğunu gösteren dikişlerin
Var mı?
Yok mu?
Öyleyse ne verebiliriz sana?
Ağlama.
Aç elini.
Boş mu?
Boş.
Al sana onu dolduracak,
Çay getirecek,
Baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak,
bir el.
Evlenir misin?
Garantisi var,
Kapar açık kalmışsa gözlerin
Ve eriyip gider kederinden.
Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan.
Bakıyorum çırılçıplaksın.
Bu elbiseye ne dersin –
Siyah ve sert biraz, ama iyi oturdu üstüne.
Evlenir misin?
Su geçirmez, dayanıklı her şeye, ateşe,
Damı delip geçen bombaya.
Inan bana, bunun içinden gömerler seni mezara.
Kafana gelince, kusura bakma ama, kafan boş.
Tam sana göre biri var elimde.
Gel şekerim, çık dolaptan.
Evet, ne dersin buna?
Kağıt gibi bembeyaz başlangıçta,
Ama yirmi beş yılda gümüş,
Altın olur elli yılda.
Canlı bir bebek neresinden baksan.
Dikiş diker, yemek yapar,
Konuşur, konuşur, konuşur.
Çalışır durumda, hiç bir eksiği yok.
Açılmış yaran varsa, yara lapası.
Gözün varsa, bir görüntü gözüne.
Evlat, bu senin için son kurtuluş fırsatı.
Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin?
Alıntı:
Çeviren: Cevat ÇAPAN
UC

Sylvia Plath

Büsbütün olur kadın.
Ölü gövdesi
Başarının gülümsemesini taşır,
Bir Yunan zorluğunun yanılsaması

Akar durur sarındığı çarşafın kıvrımlarında,
Çıplak

Ayakları “Buraya kadardı,
Bitti,” der gibidir.

Cansız çocuklar, bembeyaz bir yılan gibi
Kıvrılmış yatmaktadır,

Artık boş, küçük süt şişelerinde.
Katlamış geri koymuş onları bedenine

Bahçe kaskatı kesilip
Gece çiçeğinin tatlı derin boğazlarından

Kokular kanayınca
Kapanırken bir gülün yaprakları.

Kemik başlığının altından öyle bakan
Aya göre hava hoş.

O böyle şeylere alışıktır.
Çatırdar karaları ve sürüklenir.
(5 Şubat 1963)
* * * METİS ÇEVİRİ, YAZ/GÜZ 1992 son sayısında yayımlandı.

niye?



GECE DANSLARI

Sylvia Plath
Bir gülücük düştü çimene
telafisi olanaksız!
Ama nasıl yitirecek kendilerini
Gece dansların.
Matematikte mi?
O ne saf zıplayışlar öyle, o ne kıvrılışlar
Elbette sonsuza değin.
Dolaşırlar dünyayı; güzelliklerinden,
Küçücük soluğunun armağanından, sırılsıklam çimen
Kokulu uykularından, zambaklardan, zambaklardan
Hepten yoksun oturmayacağım burda böyle
Etleri hiç benzemez.
Egonun soğuk kıvrımları, kallâ zambağı
Ve kendini süsleyip püsleyen kaplan
Lekeler ve bir tutam sıcak taç yaprağı
Kuyruklu yıldızların katedecek
Öylesine büyük bir uzayı var ki
O ne soğukluk, o ne unutkanlık öyle
Bunun için tabaka tabaka soyulur el kol hareketlerin
Sıcak ve insansı, sonra pembe ışıkları onların
Kanar ve soyulur
Kara bellek kayıpları arasından cennetin
Tanrı lütfu gibi, altıkenarlı bembeyaz
Kar taneleri gibi gözlerimin, dudaklarımın,
Saçlarımın üstüne düşen
Hiçbiryere
Dokunup dokunup da eriyen
Bu lambaları, bu gezegenleri,
Niye verdiler bana peki
6 kasım 1962


CESARE PAVASE


Ölmek

Bir sanattır, her şey gibi.

Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.



Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.

Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor.



Bu konuda iddalıyım sanırım...



Sylvia Plath

Çeviren : Cevat Çapan

aşk şarkısı...

ÇILGIN KIZIN AŞK ŞARKISI BIR VILLANELLE
Smith College '54
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya;
Yeniden doğuyor açınca gözlerimi.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)
Yıldızlar dansediyor mavilerle, kırmızılarla,
Dört nala geliyor keyfince karanlık:
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
Beni büyüyle çektin yatağa, bunu düşledim,
Şarkılar söyledin çılgınca, delice öptün.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)
Tanrı düşüyor gökten, sönüyor cehennem ateşleri:
Çekip gidiyor melekler de, şeytanın adamları da:
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
Söylediğin gibi dönersin demiştim,
Ama yaşlanıyorum artık, unuttum adını.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)
Bir fırtına kuşunu sevmeliydim senin yerine;
Bahar gelince gökyüzünü basarlar hiç değilse.
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)
Yazan: Sylvia Plath

"her kadın bir faşiste tapar.." slvia

BABACIĞIM

Yok artık bir işe yaradığın yok
Tam otuz yıl zavallı

Kanı çekilmiş bir ayak gibi

İçinde yaşadım senin kara kundura

Ancak bir soluk, ancak bir

Hapşu.
Babacığım öldürmek zorundayım seni

Ben zaman bulamadan ölüverdin

Mermer gibi ağır, bir torba dolusu tanrı

San Fransisco ayıbalığı gibi kocamandı

Bir ayak tırnağın, iğrenç anıt,
Hele o çılgın

Atlantik sularındaki kafan

Güzelim Nauset açıklarında mavi sulara

Fasulye yeşili akıtırdı.

Dua ederdim iyileşesin diye.

Ach, du.
Alman dilinde, savaş, savaş, savaş

Silindirinin yerle bir ettiği

O Polonya kentinde.

Herkes bilir bu kentin adını.

Polonyalı dostum
Bir iki düzine var diyor.

Bu yüzden nereye ayak bastın,

Kök saldın, hiç bilemem.

Hiç konuşamadım ki seninle.

Dilin yapıştı kaldı damağıma.
Dikenli tellere takıldı kaldı.

Ich, ich, ich, ich,

Güçlükle konuşurdum.

Her alman’ı sen sanırdım.

Hele o yüz kızartıcı dilin
Bir lokomotif, beni bir Yahudi gibi

Çuf çuf alıp götüren lokomotif.

Dachau’ya, Auschwitz’e, Belsen’e.

Yahudi gibi konuşmaya başladım.

Sanırım pekala bir Yahudi olabilirim.
Tyrol’ün karları, Viyana’nın temiz birası

O kadar da saf ya da gerçek değildir.

Çingene ninelerim ve acayip talihim

Ve fal kağıtlarımla, fal kağıtlarımla

Pekala ben de birazcık Yahudi olabilirim.
Hep korktum senden,

Luftwaffe’nden, lafı ağzında gevelemenden.

Ve o düzgün bıyığından

Hele masmavi Ari gözlerinden.

Hey Tankçı, Tankçı, Ah Sen—
Tanrı değil, bir gamalı haçsın

Öyle karasın ki hiçbir gökyüzüne geçit vermezsin.


Her kadının gönlünde bir Faşist yatar,

Suratına yer tekmeyi, hayvan


Senin gibi hayvan, hayvandır kalbi.
Bendeki resminde

Karatahtanın önünde duruyorsun baba

Ayağın yerine çenen ikiye ayrık

Ama daha az şeytan sayılmazsın bu yüzden

Yoo, küçücük kan kırmızı yüreğimi
Isırıp ikiye ayıran adam sensin

Daha on yaşındaydım seni gömdüklerinde

Yirmimde ölmek istedim

Sana dönmek, sana dönmek istedim

Kemiklerim bile becerir sandım
Ama çıkardılar beni torbadan

Tutkalladılar, yapıştırdılar yeni baştan

O zaman anladım ne yapmam gerektiğini

Bir örneğini yaptım senin

Meinkampf bakışlı, işkence askısı
Burgu düşkünü karalar giymiş herif

Sonra evet dedim, evet, evet

İşte böyle babacığım, sonunda işim bitti

Kara telefon kökünden kesildi

Kımıl kımıl sesler geçemez artık
Bir değil iki adam birden öldürdüm

Bana sen olduğunu söyleyen

Ve bir yıl doğrusunu bilmek istersen

Tam yedi yıl kanımı emen vampiri

Babacığım sırt üstü uzanabilirsin şimdi
Bir kazık saplı şişko kara kalbinde

Hatta köylüler bile sevmediler seni

Üstünde dans edip tepiniyorlar şimdi

Sen olduğunu hep biliyorlardı

Baba, babacığım, alçak herif, seninle işim bitti.
Sylvia Plath
12 Ekim 1962



"Neden yazı yazdığımı mı soruyorsunuz bana?
Zevk mi alıyorum?
Değer mi? Peki para kazandırır mı?
Öyleyse bir nedeni var mı?

yazıyorum çünkü içimde
susturamadığım bir ses var..."

slvia plath

14 Ekim 2007 Pazar

LADY LAZARUS

Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu


Bir çeşit yürüyen mucize, derim
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım


Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudiden bir çarşaf.


Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?


Bumum, göz oyuklarım, eksik dişlerimle?
Bu kokan soluk
Bir günde gider.


Çok geçmez, çok geçmez
Mezar kovuğumun yediği etim
Yerini bulur üstümde


Ve ben gülümseyen bir kadın.
Daha otuzuncu baharımda.
Kedi gibi dokuz canlı.


Bu üçüncüsü şimdilik.
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yılı.


Nasıl milyonlarca lif.
Seyretmek için doluşan
Ağzı çekirdekli kalabalık


Soyuyorlar beni elleriyle, ayakla rıyla-
İşte büyük striptiz.
Baylar, bayanlar,


Bunlar ellerim,
Bunlar dizlerim.
Bir deri bir kemik olabilirim,


Gene de tıpatıp aynı kadınım.
On yaşındaydım ilk keresinde.
Kazaydı.


Kararlıydım ikincisinde
Sonunu getirmeye ve geri dönmemeye.
Bir deniz kabuğu gibi


Kapanmış sallanıyordum.
Durmadan çağırmaları, yapışkan inciler gibi
Bir bir ayıklamaları gerekti böcekleri üstümden.


Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.


Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.


Bu iş güç değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak.
Güç olan güpegündüz


Büyük bir gösterişle
Aynı yere, aynı yüze, aynı hoyrat
Bağrışmaya dönmek:


"Bir mucize!"
işte bu beni yıkan.
Bir ücreti var.


Yaralarıma bakmanın, bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın -
Gerçekten atıyor kalbim.


Bir ücreti var, büyük bir ücreti var hem de
Bir sözümü duymanın, dokunmanın,
Kanımın bir damlasının


Ya da saçımın, giysilerimin bir parçasının.
Ya, ya, Herr Doktor.
Ya, Herr Düşman.


Sizin eserinizim ben,
Sizin değerli eşyanız,
O som altından bebek


Hani bir çığlıkta eriyen.
Dönüyorum ve yanıyorum.
Büyük ilginizi küçümsediğimi sanmayın.


Küller, küller-
Karıştırıp duruyorsunuz.
Et, kemik, başka bir şey yok –


Bir kalıp sabun,
Bir nişan yüzüğü,
Bir diş dolgusu, altın.


Herr Tanrı, Herr İblis
Sakının
Sakının.


Küllerin arasından
Kızıl saçlarımla dirilip doğruluyorum
Ve solurcasına insan yiyorum.


Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu


Bir çeşit yürüyen mucize, derim
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım


Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudiden bir çarşaf.


Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?


Bumum, göz oyuklarım, eksik dişlerimle?
Bu kokan soluk
Bir günde gider.


Çok geçmez, çok geçmez
Mezar kovuğumun yediği etim
Yerini bulur üstümde


Ve ben gülümseyen bir kadın.
Daha otuzuncu baharımda.
Kedi gibi dokuz canlı.


Bu üçüncüsü şimdilik.
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yılı.


Nasıl milyonlarca lif.
Seyretmek için doluşan
Ağzı çekirdekli kalabalık


Soyuyorlar beni elleriyle, ayakla rıyla-
İşte büyük striptiz.
Baylar, bayanlar,


Bunlar ellerim,
Bunlar dizlerim.
Bir deri bir kemik olabilirim,


Gene de tıpatıp aynı kadınım.
On yaşındaydım ilk keresinde.
Kazaydı.


Kararlıydım ikincisinde
Sonunu getirmeye ve geri dönmemeye.
Bir deniz kabuğu gibi


Kapanmış sallanıyordum.
Durmadan çağırmaları, yapışkan inciler gibi
Bir bir ayıklamaları gerekti böcekleri üstümden.


Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.


Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.


Bu iş güç değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak.
Güç olan güpegündüz


Büyük bir gösterişle
Aynı yere, aynı yüze, aynı hoyrat
Bağrışmaya dönmek:


"Bir mucize!"
işte bu beni yıkan.
Bir ücreti var.


Yaralarıma bakmanın, bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın -
Gerçekten atıyor kalbim.


Bir ücreti var, büyük bir ücreti var hem de
Bir sözümü duymanın, dokunmanın,
Kanımın bir damlasının


Ya da saçımın, giysilerimin bir parçasının.
Ya, ya, Herr Doktor.
Ya, Herr Düşman.


Sizin eserinizim ben,
Sizin değerli eşyanız,
O som altından bebek


Hani bir çığlıkta eriyen.
Dönüyorum ve yanıyorum.
Büyük ilginizi küçümsediğimi sanmayın.


Küller, küller-
Karıştırıp duruyorsunuz.
Et, kemik, başka bir şey yok –


Bir kalıp sabun,
Bir nişan yüzüğü,
Bir diş dolgusu, altın.


Herr Tanrı, Herr İblis
Sakının
Sakının.


Küllerin arasından
Kızıl saçlarımla dirilip doğruluyorum
Ve solurcasına insan yiyorum.


çeviri: cevat çapan

ağaçlar..
























Boyunayım

Ama enine olmayı tercih ederdim.


Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim

Taşları ve o ana sevgisini emen

Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,

Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki

Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,

Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.

Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç

Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,

Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.

Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,

Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.

Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.

Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen

Ben de onlar gibiyim aslında –

Düşüncelerim bulanır sonra.

Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.

Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.

Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım:

O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin

Sylvia Plath