28 Ekim 2007 Pazar

ölülerim ve ben..

Sevgisini nasıl dile getireceğini bilmediği için, sevdiği insanları yanlışlıkla öldüren bir sapıktım sanki..
Yerde ölümle çırpınan kurbanın dudaklarını öpmeye çalışıyordum düşlerimde..
yukio mishima

hayranımdan soneler..


sessizlik sığındı odana
perdelerin gizledi geceyi
bir ufak esinti çarpmazmı duvarlarına
ışık uykuya dalmış seni bekler
göz kapakların neden kapalı
Foucault

ismiminbaşharfidirhilalay..AY ve BEN..aşkımız sonsuzluğa kadar...




"sizden , 'zaman ve mekan 'ile ayrılmış olan kişi soyut bir niteliğe bürünür..."
yukio mishima
BELİRGİN İZLE GÖRÜYORUM
Belirgin bir izle görüyorum
Tüm yaşadığımı ilk günlerden beri
Ozan olmasaydım eğer, olurdum
Kuşkusuz düzenbaz ve hırsızın biri
Çelimsiz gövdem ve kısacık boyumla
Yumurcaklar içinde daima önde
Sık sık ezilmiş bir burunla
Suçlu dönerdim ben evime
Ve ürkmüş, anneme açmadan kanlı
Ağzımı mırıldanırdım zor zoruna"
Önemi yok! Ayağım takıldı
Bir şeyciğim kalmaz benim yarına"
Ve şimdi işte, soğuduğu gün
Kaynayan bataklığı o dönemlerimin
Ele avuca sığmaz gururlu gücüm
Aktı üzerine şiirlerimin
Benim sözlerimin altın kitlesi
Ve üzerinde de her satırın
Sınırsız yansıyor yiğitliği eski
Bir yaramazın ve kavgacının
Yine öyle gururlu ve atılganım
Ama her adımda yenilik savururum
Eskiden vuruşlarla kırılırken her dalım
Şimdi kanlar içindedir tüm ruhum
Ve artık anneme değil, söylüyorum kahkahalı
Başıbozuk yabancılar güruhuna
"Önemi yok! Ayağım takıldı
Bir şeyciğim kalmaz benim yarına"
sergey yesenin
anneme mektup
Sağ mısın henüz ihtiyarcığım?
Ben de sağım. Selam, selam!
Döksün çatısından yuvacığının
O betimsiz aydınlığını akşam.
Duyuyorum özenip tasanı gizlemeye,
Kederleniyormuşsun benim güç yazgıma,
Sık sık çıkıyormuşsun yolumu gözlemeye
Bürünüp eski moda harap urbana.
Ve akşamın mavi karanlığında sana
Sık sık görünüyormuş bir acıklı düş:
Meyhane kavgasında birisi güya
Fin işi bıçağını yüreğime gömmüş.
Değil anacığım! Dinsin gözünde yaş.
Başka şey değil bu, acı bir karabasan.
Olmadım daha öyle sefil bir ayyaş,
Hiç ölür müyüm sana kavuşmadan.
Eskisi gibiyim yine, öyle sevecen ve sıcak
Ve yalnızca bir düşte yanıyor yüreğim,
İçimde başkaldıran özlemle çabucak
Alçacık evimize döneceğim.
Döneceğim, baharın ak bahçemizde
Salınınca dallar dört bir yandan.
Ancak sen uyandırma beni sekiz yıl önce
Uykumu böldüğün gibi gün ağarmadan.
Uyandırma o düşler içinde gideni,
Dalgalandırma o gerçekleşmeyeni,
Çok erken bir bitkinliği ve yitimi
Çekmek beklermiş yaşamda beni.
Dua etmeyi de öğretme bana. Eksik olsun!
Eskiye dönüş hiç yok artık.
Sensin tek dayanağım ve avuntum,
Tek sensin bana betimsiz aydınlık.
Unut, son ver artık tasanı gizlemeye,
Kederlenme benim güç yazgıma.
Öyle sık çıkma yolumu gözlemeye,
Bürünüp eski moda harap urbana.
sergey YESENİN

bir dosta...

Hoşçakal dostum, hoşçakal
Sevgili dostum yüreğimde yaşayacak anın
Sonunda ayrılmak yazgısı olsa da insanın
Hoşçakal dediğimiz gibi buluşmak da var.

Hoşçakal dostum, el sıkışmadan suskunlukla,
Sakın üzülme, nedir bu gözlerindeki hüzün
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşam da.
sergey yesenin
mayakovski'ye..
gérard de nerval
Siyahın gezginiyim:
Her gün daha derine
Yanar akşamla caddede vebalı lambalar,
Bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine;
Redingotlarıyla mumya gibi otururlar
İş yerlerinde,
kahvelerde.
Ve akar zaman.
-Birden söner uzak bir yıldız gibi yaşaman-
Demek isterim, alımlı kadının birine.

Çünkü kanar "bir mezarda bırakılan aşklar":
Adrianne! Jenny! Yıllardır bakir bir dulum ben,
Avuntu bilmez.
Nafileydi tüm yolculuklar
O arayış: Kara güneş içimdeydi zaten.
Gittim harfin ve sayının bilinmez ucuna:

Ölü yüzüm çekilmişti gecenin burcuna,
Korkmadım sokağa hapsediyorken kapılar.

Adoniram!
Hançerle sınandı ustalığın
Ve açıldı gül gibi Toht Kitabı'ndaki giz:

Herkes iki'dir.
Ben kimin öteki adıyım?

Söyle: Bulmak mıydı amacın ey yitik ikiz.
"İçimizde bir oyuncu, bir seyirci yaşar"
Ve "akıl ürünleri delilikten de çıkar"

Kazıyınca pıhtısını o yıkık zamanın.
Melek gülümsemiyor artık
Öteki
Anam,
Çekil!
(Bekleme beni bu akşam !)
Çünkü "kara ve ak olacak gece".........

"Ulaşır mı yaralı hayvan gibi bağırsam
Sesim bencil, sevgisiz, muhkem ev içlerine?
Onulmazım.
Çağcıl kentin yabanıl yitiği.
Tek giysim vebalı ışıklarla melankoli,

Bir redse kurtulmak bile istemem yazgımdan.

İki'yim: Yakalandım sokakta çırılçıplak
Ve giydirildim başkalarının sözleriyle.

Ah! Karanlığa giren görür beyazı ancak,

Hangisiyim?
Biliyorum kimin gözleriyle?
Ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi

Yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi,
Geçiyorum sokağı fenerle konuşarak
Hem yaşamın imidir hem ölümün her fener
ahmet oktay
Fantazya
Bir hava bilirim, dünyalara degişmem:

Bütün Rossini, Mozart, Weber sizin olsun.
Çok eski bir hava, agır, hazin, muhteşem;
Yalnız ben duyarım onda ne varsa füsun!

Ne zaman o havayı dinleyecek olsam
Ruhum gençleşiverir birden iki asır.
On üçüncü Louis devridir, vakit akşam!
Batan günle sararmış bir yamaç uzanır.

Camları kızıla çalan renklerle yanar,
Kiremitten bir şato, köşeleri taştan.
Etrafı çepeçevre baglar, bahçeler, parklar;
Bir dere akıyor çiçekler arasından
Kömür gözlü bir kumral en üst pencerede;
Eskidir geçmiş zaman esvapları eski.
Görmüşlügüm var bu kadını, ama nerede?
Hatırlıyorum, başka bir hayatta belki!
Gerard de Nerval
El Desdichado
Ben Zifiri Karanlık,- ben ki dul, - Çaresizim,

Şatosuna el konmuş ben, Aquitaine prensi

Tek yıldızım da öldü,
-şimdi yaldızlı sazım Taşıyor Melankolinin Kara güneşini.

Mezarındaki güzel, sana geçiyor nazım

Ver bana Pausilippe'i, İtalyan denizini
Nerde Gülle Asmanın kucaklaştığı üzüm
Ver bana yüreğimin hoşlandığı çiçeği

Amour muyum, Phoebus mü ?... Lusignan ya Biron mu?
Öpmüştü Kraliçem, hala kırmızı alnım;
Syrene'in mağrasında tatlı düşlere daldım...

Utkuyla gelip geçtim iki kez Acheron'u
Dile getirdim tek tek çalıp Orphée'nin lirini
Perinin, Ermiş Kızın hazin iniltilerini.
Gerard de Nerval
ÇOK SIKILDIM.... GERÇEKTEN ÇOK SIKILDIM ARTIK...
ÇIKMAK İSTİYORUM...

Ömer Uluç-Dışarı Çıkış, 1997, Pleksiglar, Akrilik, Poiesten vs., 140 x 85 x 85 cm.
"hakikat şahsa,hata zamana aittir..." Beşir Fuat

Beşir Fuat'a...


Bileklerimde Bayat Bir İntihar

Geliyormuşum;
pencerelerde yaz
ve bileklerimde bayat bir intihar

Oysa ölünecek bir şey yokmuş,
gidince sen,
yaşanacak bir şey olmadığı kadar

Yanıyormuşum;
vardığım yere bırakıp kendimi.
Atlasında yeryüzünün
çılgın
ve çirkin
ve hüzünle oyalanan.
Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan...

Ölüyormuşum;
senin saçların uzuyormuş üstelik.
Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun.
Bedenin tecritmiş geçliğinden,
ikisi de yalnızmış,
geceler öpüyormuş memelerinden...

Bense geçliğimi pazarlıksız
ve hızla geçtiğimden;
bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa
kestiğimden,
piç kalmış aşklarla avutup kendimi,
bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri,
gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde,
neşter ve gül’müş hayat.
Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum...

Yılmaz Odabaşı

cesedinin kadavra olmasını vasiyet etmiş, fakat başını dostu ahmet mithat efendi'nin çektiği kamuoyu tarafından, söz konusu vasiyetin şeriata aykırı olduğu iddia edilmiş ve sonuçta vasiyet yerine getirilmemiş...hatta cenaze namazı bile kılınmamış.. bundan 3 yıl önce kadavramı ege ünv. bağışladığım zaman babam ve annemin ne kadar olgun davranıp, beni anlamaya çalıştıklarını anımsıyorum.. ahmet mithat efendiyi ve bir dostumu saygıyla bir kez daha anıyorum..